2. Ayırt etme gücünün bulunmaması
2. Ayırt etme gücünün bulunmaması
Madde 15 - Kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, ayırt etme gücü bulunmayan kimsenin fiilleri hukukî sonuç doğurmaz.
I-) Yargı Kararları:
1-) YİBK, T: 11.06.1941, E: 1941/4, K: 1941/21:
“… Mümeyyiz olmıyan bir kimse ile hukukî muamelede bulunan diğer âkidin bunu bilmeyerek hüsnü niyetle hareket etmiş olması zikri geçen 15 inci maddenin mutlak ve kat’î sarahatı karşısında öyle bir kimsenin tasarrufu üzerine hukukî hükmün terettüp etmesi için kâfi değildir. Kanun o gibi temyiz kudretinden mahrum kimselerin esasen hüküm ifade etmeyen tasarrufları hususunda o tasarruftan dolayı hak iddia edenlerin hüsnü niyetini himaye etmemektedir. Elverir ki o tasarrufun hüküm ifade etmesi için lüzumlu olan temyiz kudreti derecesinin tasarruf zamanında mevcud olmadığı kat’iyyetle sübut bulsun. Bu takdirde kasırın hali hüsnü niyetten ziyade himayeye lâyık görülür. Medenî Kanunumuzun metin ve ruhundan başka türlü bir netice çıkarılmasına imkân yoktur. Yukarıda zikredilen sebeplerden dolayı bir tasarruf zamanında temyiz kudretinden mahrumiyeti tahakkuk eden şahsın o tasarrufu üzerine hüküm terettüp etmiyeceği iddiasının kabulü için bunu dava eden vasiye bundan başka diğer tarafın suiniyetini dahi isbat etmek külfeti tahmil edilemiyeceğine … karar verildi.” (RG. 28.07.1941; S: 4871).
2-) YİBK, T: 09.03.1955, E: 1954/22, K: 1955/2:
“... Mümeyyiz olmayan kimse temyiz kudretine sahip olsa idi aynı suretle hareket edecek yani normal zekalı bir insan dahi aynı tarzda muamelede bulunacak idi ise, temyiz kudretinden mahrum olduğunu ileri sürerek muamelenin hükümsüzlüğünü dermeyan edememelidir... Başka tabirle mümeyyiz olmayan tarafından hukuki muamelenin hükümsüzlüğü iddiası objektif hüsnüniyet kaidelerine aykırı olduğu takdirde dinlenmez, zira bir hakkın suiistimali durumuna girer ve kanuni himayeden mahrum olur. …” (RG. 27.06.1955; S: 9039).
3-) YHGK, T: 17.02.2010, E: 2010/19-97, K: 2010/83:
“… Dava, davacı Aliye’nin keşideci olduğu, 13.02.2002 tanzim, 13.03.2002 vadeli bono ile borçlu olunmadığının tespiti istemine ilişkindir. Davacının vasisi Cahide vekili, Aliye’nin 2000 yılında başlayan ruhsal bozukluğu bulunduğunu, Elazığ Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nde tedavi görmeye başladığını ve kendisine vasi tayin edildiğini, bu hastalığı nedeni ile tasarrufa ehil olmadığını, imzaladığı senetten sorumlu olamayacağını iddia etmiştir. Davalı vekili, bononun 13.02.2002 tanzim tarihli olup vasi tayini işlemlerinin 12.02.2004 tarihinde başladığını, Aliye’nin vergi dairesinde memur olarak çalıştığını, bono karşılığında çamaşır makinesi ve buzdolabı alındığını belirterek davanın reddini istemiştir. Mahkemece yapılan yargılama sonucunda icra takibine kadar tam ehliyetli biri gibi hareket eden davacının borcun ifası istendiğinde ehliyetsizliğini ileri sürerek ifadan kaçınması hakkın kötüye kullanılması olduğundan davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. …
Gerçekten de davranışlarının, eylem ve işlemlerinin sebep ve sonuçlarını anlayabilme, değerlendirebilme ve ayırt edebilme kudreti (gücü) bulunmayan bir kimsenin kendi iradesi ile hak elde edebilme, borç (yükümlülük) altına girebilme ehliyetinden söz edilemez. Nitekim Medeni Kanun’un “Fiil ehliyetine sahip olan kimse, kendi fiilleriyle hak edinebilir ve borç altına girebilir” biçimindeki 9. maddesi hükmüyle hak elde edebilmeyi, borç (yükümlülük) altına girebilmeyi, fiil ehliyetine bağlamış, 10. maddesinde de, fiil ehliyetinin başlıca koşulu olarak ayırtım gücü ile ergin (reşit) olmayı kabul ederek “Ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan her ergin kişinin fiil ehliyeti vardır” hükmünü getirmiştir. “Ayırtım gücü” eylem ve işlem ehliyeti olarak da tarif edilerek aynı yasanın 13. maddesinde “Yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk ya da bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes bu kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir” denmek suretiyle açıklanmıştır.
Medeni Kanun’un 15. maddesinde de ifade edildiği üzere, ayırtım gücü bulunmayan kimsenin geçerli bir iradesinin bulunmaması nedeniyle, kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, yapacağı işlemlere sonuç bağlanamaz.
Öte yandan, her ne kadar H.U.M.K.’nun 286. maddelerinde belirtildiği gibi bilirkişinin “Rey ve mütalaası” hakimi bağlamaz ise de, temyiz kudretinin yokluğu, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk gibi salt biyolojik nedenlere değil, aynı zamanda bilinç, idrak, irade gibi psikolojik unsurlara da bağlı olduğundan, akıl hastalığı, akıl zayıflığı gibi biyolojik ve buna bağı psikolojik nedenlerin belirlenmesi, çok zaman hakimlik mesleğinin dışında özel ve teknik bilgi gerektirmektedir. …
Aliye’nin “Bipolar Affektif Bozukluk” tanısı ile TMK’nın 405. maddesi uyarınca hacir altına alınmasına karar verilmişse de, hastalığın başlangıcı kesin olarak saptanmış olmadığı gibi, takibin dayanağı olan bononun tanzim tarihi olan 13.03.2002 tarihi itibariyle de ehliyetli olup olmadığı ve hastalığın seyir şekli belirlenmemiştir. O halde, bozma ilamında değinildiği gibi bononun tanzim tarihi itibariyle Aliye’nin ehliyetli bulunup bulunmadığının tespiti konusunda rapor alınmalıdır.
Öte yandan, 09.03.1955 tarih, 22/2 Karar sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı’nda özetle, “...Mümeyyiz olmayan kimse temyiz kudretine sahip olsa idi aynı suretle hareket edecek yani normal zekalı bir insan dahi aynı tarzda muamelede bulunacak idi ise, temyiz kudretinden mahrum olduğunu ileri sürerek muamelenin hükümsüzlüğünü dermeyan edememelidir... Başka tabirle mümeyyiz olmayan tarafından hukuki muamelenin hükümsüzlüğü iddiası objektif hüsnüniyet kaidelerine aykırı olduğu takdirde dinlenmez, zira bir hakkın suistimali durumuna girer ve kanuni himayeden mahrum olur” denmektedir.
Buna göre, Aliye’nin bononun tanzim tarihi itibariyle ehliyetsizliği saptandığı takdirde, 09.03.1955 tarih, 22/2 Karar sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı’nda değinilen hususlar da göz önünde bulundurularak, temyiz kudretine sahip olmayan bu kişinin, temyiz kudretine sahip olsa idi aynı surette hareket edip etmeyeceği yani, normal zekalı bir insan gibi aynı tarzda muamelede bulunup bulunmayacağı da irdelenerek, sonucuna göre hüküm kurulmalıdır.
Açıklanan nedenlerle, Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen özel daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır…”
4-) YHGK, T: 02.07.2008, E: 2008/1-459, K: 2008/475:
“ … Hemen belirtmek gerekir ki, Medeni Kanunun 15. maddesinde de ifade edildiği üzere, ayırtım gücü bulunmayan kimsenin geçerli bir iradesinin bulunmaması nedeniyle, kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, yapacağı işlemlere sonuç bağlanamayacağından karşı tarafın iyi niyetli olması o işlemi geçerli kılmaz (Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı 11.6.1941 tarih 4/21).
Yukarıda sözü edilen ilkelerin ve yasa maddelerinin ışığı altında olaya yaklaşıldığında bir kimsenin ehliyetinin tesbitinin şahıs ve mamelek hukuku bakımından doğurduğu sonuçlar itibariyle ne kadar büyük önem taşıdığı kendiliğinden ortaya çıkar. Bu durumda, tarafların gösterecekleri, tüm delillerin toplanılması tanıklardan bu yönde açıklayıcı, doyurucu somut bilgiler alınması, varsa ehliyetsiz olduğu iddia edilen kişiye ait doktor raporları, hasta müşahede kağıtları, film grafilerinin eksiksiz getirtilmesi zorunludur. Bunun yanında, her ne kadar HUMK.nun 286 maddelerinde belirtildiği gibi bilirkişinin “rey ve mütalaası” hakimi bağlamaz ise de, temyiz kudretinin yokluğu, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk gibi salt biyolojik nedenlere değil, aynı zamanda bilinç, idrak, irade gibi psikolojik unsurlara da bağlı olduğundan, akıl hastalığı, akıl zayıflığı gibi biyolojik ve buna bağlı psikolojik nedenlerin belirlenmesi, çok zaman hakimlik mesleğinin dışında özel ve teknik bilgi gerektirmektedir.
Hele ayırt etme gücünün nisbi bir kavram olması kişiye eylem ve işleme göre değişmesi bu yönde en yetkili sağlık kurulundan, özellikle Adli Tıp kurumundan rapor alınmasını da gerekli kılmaktadır. Esasen Medeni Kanunun 409/2 maddesi akıl hastalığı veya akıl zayıflığının bilirkişi raporu ile belirleneceğini öngörmüştür.
Somut olaya gelince; mahkemece yapılan araştırma ve incelemenin, yukarıda değinilen ilkeler gözetildiğinde hükme elverişli olmadığı ve Adli Tıp Kurumundan rapor alınmaksızın Numune Hastanesinden alınan raporla yetinilerek sonuca gidildiği görülmektedir.
Hal böyle olunca, yukarıda açıklanan ilkeler ve yasa hükümleri çerçevesinde bir araştırma yapılarak tüm delillerin birlikte değerlendirilip sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme ile yazılı olduğu üzere hüküm kurulması isabetsizdir...)
Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir. …
Yukarıda açıklanan maddi ve yasal olgular gözetildiğinde, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.” (Akar / Elverici / Arkan, age, C: II, s: 2689).
5-) YHGK, T: 18.02.2004, E: 2004/1-47, K: 2004/85:
“… Dava, ölünceye kadar bakma sözleşmesine dayalı olarak davalı adına oluşturulan tapu kaydının, ehliyetsizlik ve muris muvazaası nedeniyle iptali ve davacıların miras payları oranında adlarına tescili; bu mümkün bulunmadığı takdirde tenkis istemine ilişkindir. …
Miras bırakanın, ölünceye kadar bakıp gözetme karşılığı yaptığı temlikin muvazaa ile illetli olup olmadığının belirlenebilmesi için de, sözleşme tarihinde murisin yaşı, fiziki ve genel sağlık durumu, aile koşulları ve ilişkileri, elinde bulunan mal varlığının miktarı, temlik edilen malın tüm mamelekine oranı, bunun makul karşılanabilecek bir sınırda kalıp kalmadığı gibi bilgi ve olguların gözönünde tutulması gerekir.
Hal böyle olunca, tarafların delillerinin eksiksiz olarak toplanılması; öncelikle yukarıda değinilen hukuki ehliyetsizlik iddiasının açıklığa kavuşturulması; ehliyetsizliğin sabit olması halinde davanın bu sebeple kabul edilmesi, aksi halde (hukuki ehliyetinin varlığının anlaşılması halinde) muvazaa iddiası hakkında değerlendirme yapılması ve sonucuna göre bir hüküm kurulması gerekirken, hukuki sonuç doğurmayan, kesin önele ve yemine değer verilip davanın red edilmesi isabetsizdir. Davacıların temyiz itirazları yerindedir... gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir. … Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yukarıda ve Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı HUMK.nun 429.maddesi gereğince bozulmasına…”
Not: Bu yönde bkz. YHGK, T: 22.12.2004, E: 2004/1-743, K: 2004/740 ve YHGK: T: 09.07.2008, E: 2008/1-488, K: 2008/490.
II-) Türk Kanunu Medenîsi:
2-Temyiz kudretini haiz olmamak
Madde 15
Mümeyyiz olmayan şahsın tasarrufu, hukuki bir hüküm ifade etmez. Kanunda muayyen istisnalar bakidir.
III-) Madde Gerekçesi:
Yürürlükteki Kanunun 15 inci maddesini karşılamaktadır.
Maddenin kenar başlığı terim birliğini sağlamak üzere “Ayırt etme gücünün bulunmaması” şeklinde değiştirilmiştir. Yürürlükteki Kanunda iki fıkra hâlinde düzenlenmiş olan madde tek fıkra hâline getirilmiştir. Madde ayırt etme gücüne sahip olmayan kişinin tasarruflarının değil, fiillerinin hukukî sonuç doğurmadığını ifade etmek üzere yeniden kaleme alınmıştır. Gerçekten de ayırt etme gücüne sahip olmayan kişilerin hukukî sonuç doğurmayan fiilleri sadece tasarruf işlemleri olmayıp, bu nitelikte olmayan bütün diğer fiilleridir. Maddede bunun kanunlarda öngörülen ayrık durumların saklı olduğu ifade edilmiştir.
Not: Gerekçede her ne kadar TKM. m. 15’in iki fıkradan ibaret olduğu ifade edilmiş olsa da, Düstur’a göre TKM. m. 15 tek fıkra halinde kaleme alınmıştır.
IV-) Kaynak İsviçre Medenî Kanunu:
1-) ZGB:
2. Fehlen der Urteilsfähigkeit
Art. 18
Wer nicht urteilsfähig ist, vermag unter Vorbehalt der gesetzlichen Ausnahmen durch seine Handlungen keine rechtliche Wirkung herbeizuführen.
2-) CCS:
2. Absence de discernement
Art. 18
Les actes de celui qui est incapable de discernement n’ont pas d’effet juridique; demeurent réservées les exceptions prévues par la loi.